Kelepçeleme Sözleşmesi Geçersizdir

Hukuk Genel Kurulu 2012/11-1601 E. , 2013/752 K.

MAHKEMESİ : İzmir 7. Asliye Hukuk Mahkemesi

TARİHİ : 09/07/2012

NUMARASI : 2012/106-2012/243

 

Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 7. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın kabulüne dair verilen 17.11.2009 gün ve 2007/216 E., 2009/363 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 08.12.2011 gün ve 2010/5797 E., 2011/16679 K sayılı ilamı ile;

(...Davacı vekili, müvekkili ile davalı arasında servis taşımacılığı konusunda taşeron sözleşmesi düzenlendiğini, sözleşmede, davalının müvekkili adına taşımasını üstlendiği kişileri sözleşmenin bitiminden itibaren 2 yıl süre ile taşıyamayacağının, aksi halde 10.000,00 TL cezai şartın ödeneceğinin kararlaştırıldığını, davalının sözleşmeye aykırı olarak müvekkili adına taşımasını üstlendiği kişileri sözleşmenin feshinden sonra da kendi adına taşımaya devam ettiğini ileri sürerek, 10.000,00 TL cezai şartın davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, sözleşmedeki imzanın müvekkiline ait olmadığını, cezai şartın geçerli olmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, davanın kabulüne karar verilmiştir.

Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.

1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına ve alınan raporlar doğrultusunda 12.09.2005 tarihli sözleşmedeki imzanın davalıya ait olduğunun ispat edilmiş bulunmasına göre, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

2- Dava, taşıma sözleşmesine aykırılık iddiasına dayalı cezai şart istemine ilişkindir.

Somut olayda, taraflar arasında imzalanan 12.09.2005 tarihli sözleşmenin 16. maddesine göre “sözleşmenin sona ermesi ya da fesh edilmesini takip eden 2 yıl içinde davalının gerek ferden gerek başka bir şirket unvanı altında davacı adına taşıma işleri yaptığı şahıs veya firmaların taşıma işlerini üstlenemeyeceği, aksi halde 10.000,00 TL cezai şartın ödeneceği” düzenlenmiş olup, davalı tarafından davacı adına taşınan öğrencilerin sözleşmenin feshinden sonra taşınmaya devam edildiği ileri sürülerek, cezai şartın tahsili talep edilmiş ve mahkemece yazılı şekilde hüküm tesis edilmiş ise de, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın Çalışma ve Sözleşme Hürriyet başlığı altında düzenlenen 48 ve devamı maddelerinde herkesin dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetin sahip olduğu ve BK.'nun 19. maddesinin ilk fıkrasında, bir akdin mevzuu, kanunun gösterdiği sınır dairesinde serbestçe tayin olunacağı, 2. fıkrasında ise bu serbestinin sınırları gösterilmiş ve 20. maddede de, bir akdin mevzuu gayrimümkün veya gayrimukik yahut ahlaka (adaba) mugayir olursa o akit batıldır hükmü getirilmiştir.

Sözleşmenin tarafları, sözleşme özgürlüğü ilkesi çerçevesinde sözleşmenin konusunu ve cezai şartın miktarını belirlemede özgür iseler de, bu özgürlüğün sınırsız ve sonsuz olduğu söylenemez. BK'nun 19, 20, 161 maddeleri bu özgürlüğün sınırını çizmiştir. Cezai şart borçlunun iktisaden mahvına sebep olacak derecede ağır ve yüksek ise, adap ve ahlaka aykırı sayılarak tamamen veya kısmen iptal edilmesi gerekir.

Bu açıklamalardan sonra somut olaya dönülecek olursa, davalının imzaladığı sözleşmede düzenlenen cezai şart yukarıda belirtilen yasal düzenleme ve ilkelere aykırı olduğundan geçersiz olup, buna göre mahkemece, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeye dayalı yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamış, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir...)

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN: Davalı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, taşıma sözleşmesine aykırılık iddiasına dayalı cezai şart istemine ilişkindir.

Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.

Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Daire'ce yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuştur.

Yerel Mahkemece, önceki kararda direnilmiş; hükmü temyize davalı vekili getirmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; taraflar arasındaki taşıma sözleşmesinin 16. maddesinde düzenlenen cezai şart hükmünün geçersiz sayılmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Bilindiği üzere, Anayasa’nın “Çalışma ve Sözleşme Hürriyeti” başlıklı 48. maddesi uyarınca herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetine sahiptir.

Mülga, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 19. maddesinin birinci fıkrasındaki düzenlemeye göre de; sözleşmelerin konusu, kanunun gösterdiği sınırlar dairesinde, serbestçe tayin olunabilir (6098 sayılı TBK m.26).

Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise; bu serbestinin sınırları belirlenmiş ve, “Kanunun kat'i surette emreylediği hukuki kaidelere veya kanuna muhalefet; ahlaka (adaba) veya umumi intizama yahut şahsi hükümlere müteallik haklara mugayir bulunmadıkça, iki tarafın yaptıkları mukaveleler muteberdir” şeklinde düzenleme yapılmıştır.

Bu maddeden sonra gelen madde ise; sözleşmenin konusunun gayri mümkün veya gayri muhik yahut ahlaka (adaba) mugayir olması halinde geçersiz olacağı belirtilmiştir (Mülga BK m.20; TBK m.27).

Benzer bir geçersizlik hali de, aynı yasanın 161. maddesinde cezai şartlara ilişkin olarak da öngörülmüştür.

Bu hükümlerin yanı sıra, Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 23/2. maddesindeki düzenleme uyarınca da; kimse özgürlüklerinden vazgeçemez veya onları hukuka ya da ahlaka aykırı olarak sınırlayamaz.

Görüldüğü üzere, mevzuatımızda, sözleşme serbestîsi ilkesi yanı sıra bu özgürlüğün sınırları da belirlenmiş durumdadır.

Bu itibarla, bir sözleşmede yer alan hükümlerin taraflar açısından uygulanabilmesi için bazı kriterlere uygun olması yasal bir zorunluluktur. Bunların başında, sözleşmelerin hukuka aykırı olmaması gelmektedir. Borçlar Kanunu her hukuka aykırılığı değil, "emredici hukuk kurallarına" aykırılığı geçersizlik sebebi saymıştır. Bunun sonucu olarak, bir hukuk kuralı emredici değil, yorumlayıcı ya da tamamlayıcı nitelik taşıyorsa, buna aykırı sözleşme geçersiz sayılmayacaktır. Sözleşmenin emredici hukuk kurallarına aykırı olup olmadığı, bütün hukuk sistemi gözönünde tutulmak suretiyle tayin edilecektir. Bunun sonucu olarak, hukuka aykırılık Ceza Kanunları gibi başkalarının can ve malına zarar verici eylemleri yasaklayan bir kanuna aykırılık şeklinde ortaya çıkabileceği gibi, özel hukuk niteliğini taşıyan bir Kanunun emredici hükümlerine aykırılık şeklinde de ortaya çıkabilir (Ahmet M. Kılıçoğlu, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 15.Baskı, Ankara, 2012. s.91).

Sözleşmenin geçerlilik koşullarından “hukuka uygun olma” koşuluna, "rekabeti sınırlandırıcı anlaşmalar" örnek verilebilir. 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun; rekabetin sınırlandırılmasını, hakim durumun (egemen olmanın) kötüye kullanılmasını ve rekabeti sınırlandırıcı anlaşmaları yasaklamıştır (md. 65). Kanun'a göre, mal veya hizmet piyasasında doğrudan veya dolaylı olarak rekabeti önleme, bozma ya da kısıtlama amacını taşıyan veya bu sonucu doğuran anlaşmalar, uyumlu eylemler ve teşebbüs birliklerinin bu yöndeki karar ve eylemleri hukuka aykırı sayılmıştır (md.4).

Sözleşmeler bazen hukuka değil, ancak ahlaka uygun olmayabilir. Ahlak kuralları, hukuk kurallarından farklı olarak yazılı olmayan kurallardır. Toplumun değer yargıları ve ahlak anlayışı bir davranışın ahlaka uygun olup olmadığını tayin eder. Bu nedenle, ahlak kuralları zamandan zamana, toplumdan topluma hatta yöreden yöreye değişirler. Sözleşmenin ahlaka aykırı olup olmadığı, toplumun ahlak anlayışı göz önünde tutulmak suretiyle belirlenebilir (Kılıçoğlu; a.g.e. S.95).

Bahsi geçen ahlaka aykırı sözleşmelere, ekonomik olarak zayıf ve diğerine muhtaç durumda olan sözleşme tarafının, kendisinden daha güçlü diğer tarafın isteklerini kabul ederek imzalamak zorunda kaldığı sözleşmeler örnek verilebilir. Öğretide kavram birliği olmasa da, bu tür sözleşmelere değişik isimler verilmiştir. Bunlar arasında; “kelepçeleyen sözleşmeler”, “köleleştiren sözleşme”, “cendere sözleşmeleri”, “kımıldamayacak bir surette bağlama sözleşmesi” sayılabilir (Akın Ünal, Kelepçeleme Sözleşmeleri, Ankara 2012, s.2-5).

Somut olaydaki uyuşmazlık, taraflar arasında imzalanan “Taşeron Sözleşmesi” başlıklı sözleşmeden kaynaklanmaktadır. Bu sözleşmenin cezai şartı belirleyen 16. maddesinde “Bu sözleşmeyi imzalamış olan taşeron araç sahibi iş bu sözleşmenin sona ermesi ya da fesih edilmesini takip eden 2 (iki) yıl içerisinde, gerek ferden gerek başka bir şirket unvanı altında "Özseçkin" adına taşıma işleri yaptığı şahıs veya firmaların taşıma işlerini üstlenemez. Taşeron araç sahibi herhangi bir şekilde bahse konu şahıs ve firmaların taşımasını üstlendiği takdirde, Özseçkin' e 10.000,00 TL cezai şart ödemeyi şimdiden kayıtsız şartsız kabul ve taahhüt etmektedir. İşbu sözleşmenin süresinin bitimi veya tarafların sözleşmeyi fesh veya sona erme tarihinden itibaren 2 (iki) yıl müddetle geçerli ve tarafları bağlar” düzenlemesine yer verilmiştir.

Bu şekildeki hükmün konulma amacının, yukarıda açıklandığı üzere, taraflardan birisinin (davalının) çalışma özgürlüğünü sınırlayan bir hüküm olduğunda tereddüt bulunmamaktadır. Bu nokta da tespiti gereken, bu sınırlamanın hukuka ve ahlaka aykırı olup olmadığıdır.

Genel Kurul görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce bu sözleşme hükmünün geçersiz sayılmasını gerektirir bir durumun bulunmadığı, sözleşmenin bu hükmü ile davalının sadece sınırlı süreli olarak belirli sayıdaki davacı müşterileri ile sözleşme yapmasının engellendiği ileri sürülmüş ise de; kurul çoğunluğu tarafından bu görüş kabul edilmemiş ve sözleşmenin bu hükmünün; davacı tarafın taşıma sözleşmesi yaptığı üçüncü kişilerin, sadece kendisi veya kendisinin izin verdiği alt taşıyıcılar tarafından taşınması, bu kişi ve kurumların başkaları ile sözleşme yapmalarının engellenmesi amacına hizmet ettiği, sözleşmenin bu haliyle iki yıllık bir süre için dahi olsa gelecek taşıma dönemlerindeki ihalelerde davacı taşıyıcının serbest piyasa koşulları içinde kendisine rakip olmasını engellemeye yönelik bir düzenleme olduğu, sözleşmenin bu haliyle taşıma piyasasının parsellenmesi sonucunu doğuracak şekilde davacı tarafın çalışma ve sözleşme hürriyetini ortadan kaldıran bir “kelepçeleme” düzenlemesi olduğu, yapılan işin niteliği gereği davacının ticari sırrı olarak vasıflandırılabilecek bir durumun da bulunmadığı, sözleşmenin anılan hükmünün haksız rekabeti önlemeye yönelik bir düzenleme olarak kabulünün dahi mümkün bulunmadığı kabul edilmiştir.

Bu itibarla, taraflar arasındaki taşıma sözleşmesinin 16. maddesinde düzenlenen cezai şart hükmünün geçersiz sayılması gerekir.

O halde; Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı kanunun 440/3 maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 22.05.2013 gününde oyçokluğu ile karar verildi.